Dedim ya karlı bir kış günüydü ve biz Stokholm havaalanında buzun üstüne indiğimiz an anlamıştık kar bu ülkeye çok yakışıyordu. Şehir merkezine otobüsle ulaşır ulaşmaz ilk işimiz turist bürosuna gitmek oldu. Stockholm kart alırsak ulaşım ve müze girişlerini daha ucuza getireceğimizi anladık. Stockholm de görülecek yerleri belirlemiştik. ama yine de bilgi almak için turist bürosuna gittik. Daha önceden rezervasyon yaptığımız hosteli haritada göstermelerini rica ettik. Bir adada olduğunu ve fotoğraflardan ıssız bir yer olduğunu , dışarının da karanlık olduğunu "acaba tehlikeli midir ?" dediğimizi hatırlıyorum .Kız gülerek " burası İsveç " demişti. Ne zaman hadi canım , yok artık dediğimiz bir durumla karşılaşsak artık birbirimize " burası İsveç "dedik . Söylemeyi unuttum bu gezide ablam Türkan ve onun liseden beri arkadaşı olan Ayten de var .
Stockholm ün kalbi Gamlastan
Stokholm düzenli bir şehir fakat sanılanın aksine küçük değil hatta bayağı geniş denebilir. Bizim olduğumuz dönem şansımıza hem noel yaklaşıyordu hem de Nobel ödüllerinin verildiği hafta idi . Dolayısıyla etraf daha bir ışıltılı, cıvıl cıvıldı ve normalinden fazla kalabalıktı. Şehrin merkezi de kabul edilen Gamlastan turistler için gidilmesi gereken yerlerin başında geliyor .Saray, Nobel müzesi ,eski kiliseler, kafeler , oyuncakçılar , marketler ne ararsanız bu civarda bulabilirsiniz. Kar ve noel belli ki insanları mutlu etmişti .Herkes gülümsüyordu biz ise şaşkın ,üşümüş ama çok keyifliydik. Durup durup aşırı pahalı da olsa kahve içtik , tüm gün pasta yedik durduk .O eski rengarenk binalara bakınca insan ister istemez şehrin ortaçağdaki halini merak ediyorduk. Düşünsenize birkaç asır önce bu yollardan tahta ayakkabılı ,örgülü sarı saçları ve kırmızı yanaklı kızlar yürüyordu. Belki tam şuradan kaba sakalları ile bir adam geçiyordu.Bu yamuk pencereli binaların arasında at arabalarının sesi yankılanıyordu .Kimbilir ne güzeldi o zamanlar Gamlastan :(
Marten Trotzigs Sokağı
Tam karşımızda 90 cm genişliğinde ülkenin en dar sokağı Marten Trotzigs Grand var. Meydana çıkan sokakların hepsi dar inişli çıkışlı ama bu en darı olarak biliniyor.Başlarda düşer miyiz acaba diye korksakta kaymadığını farkettik. Kaymayı önlemek için çok basit doğal bir yöntem olan çam ağaçlarının yapraklarını kullanıyorlar .Cadde ve ara sokaklarda ise daha değişik ve akıllıca bir yöntemleri var .Küçücük taş gibi mıcır gibi parçacıkları serpmişler ve bu kaymayı önlüyor .İster topuklu ayakkabı ile çıkın yola isterseniz bisiklet kullanın imkanı yok kaymazsınız . Diyelim karlar eridi elektrik süpürgesi gibi bir makina ile o taşları topluyorlar bir daha kullanmak üzere saklıyorlar.
...
Kaymadınız anladık, ama hiç üşümediniz mi diye merak ediyorsanız .Tabii ki üşüdük fakat Stockholm belediyesi hazırlıklıydı .Gece gündüz yanan metal ızgaralar yapılmıştı. Gençler bisiklet ile odun taşıyor biten ateşe ilave ediyordu ..Kimse kusura bakmasın "büyükşehir çalışıyor" sloganını kullanacak birileri varsa o da Stockholm belediyesidir ! Koca bir alkışsesi duyalım :))
Gamlastan ı anlatacakken daldan dala atladım farkındayım :) Gamlastan köprülerle ulaşılabilen bir adacık .Binaların ciciliğine ,mağazaların vitrinlerine bile bakmaktan mest oluyorsunuz .Dantel ürünler , viking biblolarının binlerce versiyonu , çok sevdikleri belli olan sarılacivert bayrakları ve kahve kokusu arasında dolaşıyorsunuz . Yüzünüzde sürekli bir gülümse ile tabii ki .
Stokholm de bir önemli müze , Nobel Müzesi
ilk durağımız bu müze oldu çünkü dediğim gibi şehirde Nobel çoşkusu ve haklı gururu vardı .Frag giymiş şoförler , şık giyimli bayanlar otellere girip çıkıyordu .Otellerin önünde basın ordusu tüm dünyaya yayın yapıyordu . Kolay değil bizim ülkemizde burun kıvrılsa da tüm dünya TV kanalları oradaydı . İnsan bütün bu olanlara tanıklık ettiği için bile heyecanlanıyor. Nobeli kimler kimler almış , kimler redetmiş, başlangıcından günümüze tarihini izledik.Tüm Nobel alanların fotoğrafı tavanda hareket halinde geçerken Orhan Pamuk 'u gördüğümüzde üçümüzde çok duygulandık. Ben ağlamışta olabilirim , bu tarz durumlarda genelde ağlarım, kızlarda bana güler :)Stockholm e sadece Vasamusesi için gidilir
İsveç öyle bir ülke ki deniz üstünde yaşıyor dersek yalnış olmaz .Kişi başı en çok tekne sayısının düştüğü ülke aynı zamanda .Üstelik atalarının gelmiş geçmiş en büyük denizciler olarak bilinen Vikingler olduğunu da biliyoruz .Fakat başlıktaki Vasa müzesinde batık bir geminin sergileniyor ve biz onu görmek için delici rüzgara karşı koya koya yürüyoruz . Hava karardı kararacak hem artık tecrübeliyiz karanlık basınca zifiri karanlık luyor buralarda . Oysa saat 13:00 civarı . Uzaktan görülen müze kapısında kuyruk mu ? yok artık, yüzlerce insan var. Ama bizim Stockholm kartımız var , yaşasın !
Biz ne göreceğimizi az çok araştırmıştık lakin böylesini beklemiyorduk . Dev bir hangarın içinde sergilenen geminin etrafında 3 ayrı kata çıkıp koridorlarında dolaşarak geminin altını üstünü görebiliyorusunuz . İçine girilmiyor ama bütün detaylarını önünüzde üstelik rehberler ve bilgisayarlı anlatımlar var .Küçücük kamaralar , direkler , halatlar , toplar , vidalar hepsi aynen inşa edildiği gibi önünüzde duruyor .Geminin tamamı ahşap demiş miydim ?
Hikayesine gelince ;
1628 yılında 450 kişilik mürettebatla ilk kez denize indirilen Vasa isimli gemi daha 100 mt gitmeden batmış .Geminin karanlık sulara batmasının ardından çeşitli varsayımlar yapılmış .Derler ki kuzeyin aslanı olarak tarihe geçen Kral Gustav ( bu yüzden geminin başında aslan figürü var ) o güne kadar yapılmış en büyük savaş gemisini biz yapacağız demiş . Sürekli planlara müdahale etmiş , hesaplamalarda hata görselerde ikna edememişler ya da korkularından ses çıkaramamışlar .Gemi suya iner inmez batmaya başlamış ,birkaç dakika içinde de tamamen gömülmüş. Gemi çamur tabakası ile kaplanmış bu nedenle gemicilerin eşyaları ve daha bir çok şey hiç bozulmadan bugüne kadar gelebilmiş.İnsan acaba bu bir replikası mıdır diye düşünürken rehberden 1957 de vinç yardımı ile çekilmeye başlanıp 1961 de tam 333 yıl sonra ortaya çıkarılışını dinliyoruz . Tamamen kurtarılması, temizlenmesi ,bulunduğu adacıktaki tepeye çıkarılması ve müzenin açılışı 1990 yılını bulmuş . Beni asıl şaşırtan ise tarihinde denizcilikleri ile övünen bir milletin basit bir hata ile gemisi 100 mt bile gidemeden batmış. Ama adamlar " battığı yerde kalsın ,kimsecikler rezilliğimizi duymasın " dememişler de üstüne bir de müze yapıp sergiliyorlar . Ahh şu İsveç liler :))Ulusal müze
Vasa müzesinin bulunduğu adada ulusal müzede çok güzel tasarlanmış , gezmesi kolay bir müzedir. Burada da İsveç in tarihini gözler önüne sermişler . Takdir etmek lazım bu müzecilik işini çok iyi yapıyorlar . Çoluk çocuk genç yaşlı müzede bir gün geçirelim demiş gelmiş gibiydi . Ama sonra anladık ki daha fazla müze patlayana kadar kahve bu şehrin kış sloganıymış .Burnunuzu dışarı çıkarır çıkarmaz donma tehlikesi ile başbaşasınız haydi hayırlısı :)Skansen Açık hava müzesi
noel ağacının etrafında dans etmedik demeyizBu müzeden sonra Skansen denilen açık hava parkına yürüdük .Buraya gelince işte dedik ısınmak için fırsat ayağımıza geldi . Kendimizi dev noel ağacının etrafındaki dans eden insanların arasında bulduk.
Skansen parkında bir kulübe
Hazırlanan mangallarda pişirilen balık ekmeklerden aldık . ( abartısız şu yaşıma kadar yediğim en keyifli balıktı ) ateşin etrafında birbirimize
sokulmuş öylece ilk kez duyduğumuz şarkılara eşlik ediyorduk. Hem ne derler bilirsiniz iyi bir gezgin gittiği coğrafyaya uyum sağlayan ve saygı gösterendir . Şöyle ABBA dan bir Waterloo patlattılar da biz eşlik etmedik mi ama nerdeee hep çocuk şarkıları söyleyen kırmızı yanaklı teyzeler var Gerçi buna şükür çünkü ne kadar agresif, depresif ,cinayet hikaye varsa burdan çıkıyor gibime geliyor.Hep bunlar Ejderha Dövmeli Kız ve Stokholm Sendromu yüzünden biliyorum .Bende isterdim kafamdaki İsveç sadece ahududu reçeli ve köftesi kadar lezzetli olsun ama maalesef ara ara aklıma geliyor irkiliyorum :)
Ericcson Globe
Şehrin bir diğer kısmı olan Södermalm a geçtiğimizde bambaşka bir yüzünü gördük. Gamlstan ın eski binalarının yerini modern binalar, şık butik ve cafeler aldı. Hedefimizde EriccsonGobe vardı .Bu bina kapalı buz hokeji sahası aynı zamanda konser salonu gibi hizmetler için inşa edilmiş. Hatta bir ay kadar sonra Eurovizyon şarkı yarışması ev sahipliğini yapacaklardı . Binanın adı Erikson küresi çünkü şekli de küre tamamen yuvarlak olan bu binanın dışında bir yuvarlak tüp şeklinde cam bir asansör yapılmış .En tepesine çıktığınızda bütün Stokholm u görebilirisniz .Dünyada başka örneği olamayan binanın mimarisiyle övünüyorlar , haklılar Sezar'ın hakkı Sezar' a.
Bu şehri biri " dadılar tarafından büyütülmüş buz gibi bir kadına benziyor " diye tarif etmiş. Çok doğru tespit bende bir tespit ekliyorum gece kapılar kapanmış ve sizi Kocaman bir İKEA da unutmuşlar gibi bir his bırakıyor .Yapacağınız gideceğiniz her şey işaretlenmiş , oklarla gösterilmiş , tam zamanında işliyor , planlı , düzenli ,temiz, ihtiyaç kadar asla fazlası değil , kullanışlı , güzel görünümlü dev bir İkea burası . Turistler için kolay gezilebilir bir şehir olduğunu çok rahat yleyebilirim.
Sigtuna
Neye niyet neye kısmet deriz ya işte tam da Stockholm e geldiğimizden beri bunu yaşıyoruz . Tama Stockholm çok güzel ama asıl hedefimiz Kiruna ya gitmek. Burası İsveç in kuzeyinde kutuplara yakın bölgesinde bir şehir . Köpeklerin çektiği kızaklarla kayabilir , buz otelde ya da dağ kulübelerinde konaklayabilirsiniz .En önemlisi kuzey ışıklarını izleyebilirsiniz .Fakat gelin görün ki uçaklar pahalı tren yolu çok uzun ve aynı şekilde pahalı . Yine de gözümüzü kararttık gitmeye karar verdik. Stockholm şehrini gezdikten sonra Uppsala ve Sigtuna şehirlerini göreceğiz sonraki gün Kiruna ya gideriz şeklinde plan yaptık . Sabah erkenden tren istasyonun yolunu tuttuk ama yoğunlaşan kar tren seferlerini durdurmuştu bırakın Kiruna ya gitmeyi Uppsala ya bile gidemiyorduk. Bir müddet bekledikten sonra Sigtuna ya yakın bir yere kadar trenle sonrasında otobüs ile rüya şehir Sigtuna ya vardık .
Göl kenarında olduğunu yaz aylarında çekilmiş fotoğraflardan anladığımız göre şehir kırmızı ağaç kaplama evlerden oluşuyor. Şehir demek doğru mu bilmiyorum çünkü o kadar küçük ki ama bu tip küçük ülkelerde bizim mahalle dediğimiz yerler şehir olarak adlandırılıyor . Burası İsveç in ilk başkenti olan şehir olması sebebi ile çok önemli .
şirin kasabadaki göl tamamen buz tutmuş çocuklar üstünde kayıyorlardı .Her yan ışıl ışıl yanan renkli lambalarla donatılmıştı . İskandinav tarız olsa gerek küçük evlerin hepsinin cam kenarında bir abajur yanıyor .Noele mahsus bir de mumlar yakılmış .Mum değil aslında İkea da satılan pilli mum lambalardan.İstisnasız tüm ev ve işyeri camlarında yanıyor. Bizim yılbaşı çiçeği ya da Atatürk çiçeği dediğimiz kadifemsi yapraklı kırmızı çiçekler de olmazsa olmazlardan .
TantBruns
Bu küçücük kasabaya gelmek için dünyanın yolunu katettik ama görülecek bir şey yok gibi :) sadece bir cadde sağlı sollu tek katlı evler var . Bir de Tant Bruns adında 1600 lüyılların sonundan beri kahvesi le meşhur ahşap , eski bir köy evi var .Söylenine göre İsveç in en eski cafesiymiş. İsveç in tatlı, kek , pasta çöreklerini bir kaç gündür tecrübe ettiğimizden bir de madem bu kadar eski , meşhur bir yer deyip gittik. Gerçekten de kulübe ,mal edildiği hali ile muhafaza edilmiş. Muhtemelen defalarca tadilat olmuştur ama orjinal şekli korunmuş .Yapıldığı günden bu yana tek ilave elektrik olması .Isınmasından tutun pişirilmesine kadar odun ateşi kullanılıyor .Servis tabakları , örtüler , perdeler herşey el işi .Üstelik servis elemanları da göresel kıyafetleri ile iki pelikli sarışın İsveçli kızlar . Buz gibi havada sığındığımız bu mekana biz bayıldık .Dışarıda lapa lapa yağan kar ile artık aramızda bambaşka bir hissiyat yaşıyoruz .İnsan alışıyor mu ne ?sevgili hostelimiz , güzel adamız ve karlı bir gece !
İsveç i biz çok sevdik giden herkesin de sevdiğini duyduk belki okuyucu olarak size de cazip gelmiştir . Hiç düşünmeyin gidin .
0 Yorumlar